Görüntüleme Sayısı (Stats)

5 Mayıs 2009 Salı

TÜRKİYE’DE KIZ ÇOCUKLARININ EĞİTİMİ SORUNSALI (Education Problem of Female Children in Turkiye)

1-GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan tek miras borçlar değildi. Borçlardan daha önemli olan ve günümüze kadar yok edilemeyen sorun toplumsal yapıydı. Bu yapı yüzyıllardır süregelen bir “İslam” toplumunun, aydınlanmadan uzak bırakılmış, şeyhlik-ağalık düzenine boyun eğdirilmiş, horlanmış ve sömürülmüş Anadolu insanının önündeki en büyük engeldi. Bu karanlık karşısında yakılan cumhuriyet meşalesi tüm toplumsal yapıyı kökten değiştirmek, Anadolu insanına hak ettikleri yaşam standartlarını sunmak ve kadınlarımızın toplumda hak ettikleri seviyeye ulaşmalarını sağlamak gibi ulvi bir amaçla birçok inkılâbı da beraberinde getirdi. Bu devrimler sonucu önemli kazanımlar edinen Türk kadını yavaş yavaş toplum hayatındaki yerini almaya başladıysa da Atatürk’ün vefatından sonra yeni düzenden hoşlanmayan çevreler dört koldan faaliyete geçtiler ve kadınlarıın önüne birçok engel çıkararak aydınlanma çabalarına ket vurmayı başardılar. Bugün kadınları hala ikinci sınıf vatandaş olarak gören, kadının yerinin evi (veya kocasının dizinin dibi) olduğunu savunan insanlar varsa bizim bu durumdan önemli dersler çıkarmamız gerektiğini düşünerek çalışma konumu kız çocuklarının eğitimi olarak belirledim. Özellikle ülkemizin doğu kesiminde önemli bir problem olan kız çocuklarının eğitimi temellerini ta Osmanlı zamanında bulabileceğimiz bir anlayışın ürünüdür ve kanımızca bir toplumun gelişmişlik seviyesi ile yakından ilgilidir.



2-TÜRK TOPLUMUNDA KADININ STATÜSÜ

A)Cumhuriyetin İlk Yılları

Mustafa Kemal’in önderliğinde girilen laikleştirme süreci pek çok jön türkün dahi hayal gücünün ötesindeydi. Kadınların birey veya özne olamayacağı fikri kafalardan silinmek istenmiş onların da erkekler kadar hak sahibi oldukları Türk toplumuna benimsetilmek ve önyargılar yıkılmak istenmiştir. Bu tarz toplumsal önkabulleri yıkabilmek için kadınların da bu yapı içinde eski dönemden farklı olduklarını göstermek maksatlı olarak kadınlar ne tezattır ki eski dönem alışkanlığıyla bir “simge” bir “gösterge” olarak ortaya sürüldüler. Kemalist hareket için kadınların haklarının tanınması ve benimsetilmesi belli bir amaç için bir araçtı ve bu amaç genç cumhuriyete ulusal bir kimlik sunabilme amacıydı. Amacın gerçekleşmesi safhasında simgeleşen en önemli kadın önder olan Halide Edip bu durumu şu sözleriyle çok iyi açıklamıştır: Bir kadın evvela Osmanlı, bir vatanperverdir... Vatanın hukuku, kadınlık hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir.

Türk ulusçuluğunun gelişimi ile Türk feminizminin ele ele gittiğini savunan görüşler olduğu gibi Türk ulusunun inşası ve devletin oluşturulması sürecinin fazlasıyla erkek egemen kadrolar tarafından inşa edildiğini ve dolayısıyla nihai olarak amaçlanan kadının nesne olmaktan çıkarılması hususunun pratikte başarılamadığını da savunanlar bulunmaktadır. Bu durum yakın tarihimizin ve cumhuriyetimizin kuruluş aşamasının kadınların toplumdaki yerini anlamak için ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun en açık göstergesidir.” İslami” kuralların ve değerlerin egemen olduğu bir toplumdan laik bir düzene geçişin sancıları özellikle erkeklerde daha iyi gözlenmektedir. Erkeklerden kadınları bir “fitne” unsuru olarak görmeyi bırakmalarını ve artık onları da yurttaş olarak algılamaya başlamalarını istemek bu sancıların en ağırıdır ve bu sancı bugün hala etkilerini bazı kafalarda göstermektedir. Zehra Arat’ın deyişiyle İslami ataerkilliğin yerini Batılı ataerkilliğin alması, Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet Türkiye’si arasındaki önemli süreklilik noktalarından biridir.

B)Cumhuriyetin Son Yılları

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gerek toplumsal yaşantı içinde kadının yeri, gerekse hızla gerçekleşen sanayileşme, kentleşme ve modernleşme süreçlerinde kadının aldığı statü ve hukuksal kazanımlar adeta yakın Türkiye tarihinin canlı bir panoraması niteliğindedir. Bu açıdan bakarsak günümüzde başta fırsat eşitsizliği olmak üzere kadınların her alanda bir gerilemeyle kaşı karşıya kaldığı söylenebilir. Toplumu oluşturan katmanlar arasında farklılaşma yoğunlaştığı gibi her bir katmandaki gruplar ve bireyler arasında da çok ciddi boyutlara varan bir farklılaşma gözlenmektedir. Bu farklılaşmada kadınların belli bir hareketin aynı safında yer almaktan ziyade ayrı saflarda birbirlerine karşı acımasız (veya ilgisiz) bir mücadele güttükleri izlenimi vermektedir. Kadınlar arası giyim kuşam farklılıkları bile pek çok kadının aslında aynı safta yer almadığını gösteren çok önemli bir belirtidir. Günümüz kadınları cumhuriyet sayesinde kazandıklarının ya farkında değiller ya da böyle bir durumun onlar için kazanım olduğunu bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar. Yani bugün kendine İsveçli ailelerin yaşantısını örnek alan kadınlar olduğu gibi özellikle ülkemizin doğusunda iki-üç yüzyıl öncesinin koşullarında yaşayan aileler de halen varlığını sürdürmektedir. Aslında bu ikinci tip aileler ve kadınlar da toplumumuzun baskın kesimini oluşturmaktadır ki bu durumda kadınların cumhuriyetin kazanımlarını ne ölçüde muhafaza edebildiklerinin de acı bir göstergesidir. Medyadan da takip edebildiğimiz gibi geleneksel yapının baskısından muzdarip olanlar sadece kırsal kesimdeki geri bıraktırılmış kadınlar değildir. Son günlerde televizyonlarda boy gösteren sosyete hayatının renkli kadınları-ki toplumsal reformlardan en çok faydalananlar kendileridir- bile dayağa maruz kalmakta ve erkeğin eşini aldatmasını meşru görebilmektedir. Kısaca geleneklerin ve kırılamayan geleneksel yaşam zincirlerinin baskısı toplumdaki bütün kadınların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi hala sallanmaktadır.