Görüntüleme Sayısı (Stats)

25 Ağustos 2013 Pazar

İDRİS KÜÇÜKÖMER ÜZERİNE (An Underappreciated Turkish Intellectual: İdris Küçükömer)

“Tarih tekerrür etmez, bu tarihsizliktir. Geçmiş yalnız ilham ve ders almak için vardır. Tarih dönüp dönüp aynı yere gelmek değildir.”

Osmanlının üretim biçimini ve neden kapitalistleşemediğimizi anlayamazsak günümüzü sorunları üzerine bir şeyler söyleyemeyiz. Bunu yapabilmek içinse Türkiye’de geleneği olmayan bir şeyi deneyen, felsefe yapan bir iktisatçıydı o. İktisadı siyaset temeline oturtup onun tarih içinde değerlendirmesini yapardı. Hep radikaldi çünkü çürümüş bir geçmişten köklü bir kopuş gerektiğine inanıyordu. Darbecilik yaptı çünkü doğru bildiği adına elini taşın altına koymaktan çekinmedi (büyük bilgeler generallerden daha despot oluyor sözünü akıllara getirircesine). Türkiye’de sağın sol, solun ise sağ olduğunu öne sürecek kadar cesur ve yenilikçiydi. Tüm bu yönlerine rağmen “üzerinde ambargo olan”, “kasten ihmal edilen”, “bilerek yanlış anlaşılan ama gizliden gizliye izlenen ve feyz alınan” bir düşünürdü. Bilimadamıydı ve nesnelliği hedeflerdi ama politik olarak taraftı. İşte bu yazıda bu çok yönlü bilimadamının yaşamına yakından bir göz atmayı amaçlıyoruz.



Yazarın yaşamöyküsü kendisinin tarif ettiği ve demokratik açıdan Cumhuriyeti nitelediği 3 ayrı dönem itibariyle incelenecektir. Yazarın düşünce yapısı ise kişisel, tarihsel ve ideolojik arka planıyla birlikte takip edilecektir. Burada kendisini etkileyen faktörleri tek tek ayırıp izlemek yerine yaşamöyküsü bir akış içerisinde ve o akışın bir parçası olarak sunulacaktır. Böyle bir anlatının okunması ve takip edilmesinin kolay, okuyana vermeyi umduğu bütüncül kavrayış sayesinde de aktarım gücünün yüksek olacağı düşünülmektedir.

Cumhuriyetin ilk çocukları- Birinci Cumhuriyet (1925-49): 1925 yılında Giresun’da doğmuştur. İlkokulda ebedi şef, güneş dil teorisi, inkılâp dersleri ile büyümüştür. 24 anayasası, tek parti rejimi ve ittihatçı aydın-bürokratların yönetiminde, nedenselliğin devletten topluma olduğu bir ülkede yetişmiştir.

Çok partili hayat ve nispi özgürlük yılları - İkinci Cumhuriyet (1950-72): devletin çıkarına olduğu uygun görülerek CHP tarafından bir sabah halka tebliğ edilen çok partili sistem esasında dışarıdan belirlenmiş, kozmetik bir operasyondan öte anlam ifade etmiyordu. İşte bu şekilde “çatısı üstüne oturan bina” olarak inşa edildiği Türk bürokratınca fark edilmeyen sistem çökmeye mahkûmdu.
60 Darbesinden 71 muhtırasına kadar süren ve toplum-devlet arası tansiyonun arttığı bu dönemde Küçükömer önce Yön sonra Ant dergilerindeki yazıları ve Milliyet Gazetesindeki Açık Oturumlar aracılığıyla görüşlerini sergiledi.
1963-66 yılları arasına damgasını vuran bir başka gelişme Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) tartışmaları ve solda bölünmedir. Bu döneme kadar kökü kurutulan sol hareketler ilk defa yeşerecek ortamı buldu. Yüzeyde Osmanlının AÜT mü yoksa Feodalite mi olduğuna ilişkin tartışma hararetle devam ederken aslında tartışılan Türk aydının ezeli-ebedi meselesi olan askerin siyasetteki rolü idi. Bu tartışma sonucu Türkiye solunda özgün bir kişilik ve kimlik arayışında kadrolar ortaya çıktı. Bu dönemde Küçükömer sivil-sosyalist bir oluşum olan ve 1963 seçimlerinde 14 milletvekili çıkartan Türkiye İşçi Partisinde (TİP) yönetim ve bilim kurulu üyeliği yaptı. 
1967 yılına gelindiğinde hak ettiği profesörlük unvanı, üniversite senatosunun tasarrufuyla kendisine verilmedi. Bu olayda maruz kaldığı muamele Küçükömer’in Türk devletindeki aydın düşmanlığını iyiden iyiye hissetmesini sağladı.
1969 yılında ise o çok ses getiren eseri “Düzenin Yabancılaşması” yayınlandı. Ekonomik ve toplumsal yaşam arasındaki ilişkiyi çözümlemeye yönelik genel yaklaşımları özele-Türk toplumuna uygulayan bu tümdengelimci eserinde Küçükömer’in amacı solun mücadele stratejisini belirlemek ve tarihi yeniden değerlendirmeye davet etmekti. Bu eserde Türkiye’nin kapitalist sistemle ilişkisi incelendi ve Osmanlı neden Batılılaşamadı (tam demokratikleşmiş sivil toplum) sorusuna cevap arandı.

Üçüncü Cumhuriyet (1973-1987)- Yazım hayatına 1973te 10 yıllık bir ara verdi. 70lerin sonunda hastalığı nedeniyle gittiği Londra’da Zebruga adlı bir feribotun batması üzerine o ülke yayın organlarının 2 ay boyunca konuyla ilgili yayın yapmaları ve işin peşini bırakmamaları Küçükömer’e göre “bizde olmayan bir şey olup birisi bıraksa öbürünün bırakmadığı” önemli çıkarımlar yapılabilecek bir olaydı. Bu sivil toplumun özünün de kaynağıydı.
 12 Eylül Darbesi sonrasında 1402 sayılı kanuna dayanılarak yine üniversiteden uzaklaştırılmasına rağmen çalışmalarını bırakmadı. Bu dönemde sivil-asker bürokrasi ve onların “ilerici” devrimlerinin kapitalizm öncesi kalıntının ta kendisi olup demokratikleşme ve sanayileşme önündeki esas engel olduğu fikrini savundu. Tüm darbelerin sivil toplumu kısıtlayan, devleti restore eden, demokratikleşmeyi engelleyen girişimler oldukları savıyla sivil toplumcu görüşlerine daha da çok sarıldı.

1987’de hayatını kaybeden Küçükömer arkasında cevaplamaya ömrü yetmeyen bir soru bıraktı: Doğu toplumu-despotizmi Batılı liberal demokrasiye evirilebilir mi? Yazdıklarından öyle olduğunu düşündüğü anlaşılmakla birlikte başına gelenler, Türkiye’de yaşananlar ve gidişat onu umutsuzluğa sevk etmişti.

Sonuç olarak Küçükömer bilimsel bir anlayışla; Türk toplumunun tarihsellik içindeki gelişim sürecini, sivil topluma ilişkin kişisel özlemleri ve geri kalmışlığımızı bio-politik teori aracılığıyla açıklamaya çalışan cesur girişimleriyle Türk düşünce tarihinde önemli bir yer edinmeyi başarmıştır. Bugün hâlen onun oluşturmaya çalıştığı fikri yapının yeterince incelenmemiş olması ise Türk düşün hayatının geldiği noktayı göstermesi bakımından ilginç bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.