Görüntüleme Sayısı (Stats)

25 Ağustos 2013 Pazar

BiR AYGIT OLARAK MEDYA: TİCARİ İŞLETME Mİ KAMU HİZMETKÂRI MI? (media as a tool: business or public servant)

1-      GİRİŞ
İrlandalı siyasetçi Edmund Burke tarafından 4. Güç olarak adlandırıldığı 18 yüzyıldan beri medya, devletin ideolojik aygıtlarından biri olmak ile halkın doğru bilgiye erişmesini sağlayan özerk bir güç olmak arasında gidip geledurmuştur. Marksist teoride egemen sınıfın baskı aracı olarak tanımlanan, devletin haberleşme ve iletişim alanlarını kontrol altında tutmasını sağlayabilecek güç olarak medya tarih boyunca her dönem hararetli bir tartışma konusu olmuştur. Medya sahipliği çoğunlukla özel sektörün elinde olmasına rağmen devlet tarafından şiddete başvurmadan, ideoloji yoluyla halkın rızasını üretme aracı olarak medyanın kullanılması örnekleri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mevcuttur. Bu açıdan, iktidar mücadelesinin somut olarak izlenebileceği bir alan olan medya Türkiye özelinde örnek olaylar vasıtasıyla incelenecek ve günümüzdeki gelişmeler ışığında medyanın gelecekte 5. Güce evrilebilmesi ihtimali tartışılacaktır.


2-      TÜRKİYE’DE MEDYA
16. yüzyıl Türkiyesinde 40’a yakın matbaa olduğu bilinmektedir ve bunların hepsi gayrimüslimlerin elinde olup onların dillerinde yayın yapmaktadır. Dolayısıyla Türk toplumunun, kitlesel iletişim aracı olarak yazılı basın ile tanışması birkaç yüzyıl gecikmiştir ki bu durum Namık Kemal tarafından Avrupa’dan geri kalmamızın sebeplerinden biri olarak gösterilmiştir. Cumhuriyetin ilk dönemine ise Ankara’da hükümeti destekleyen partici Ankara Basını ile hükümet karşıtı İstanbul Basını çekişmesi damga vurmuştur. O yılların gazetecileri işi küçük aile geleneği şeklinde yarı profesyonelce yürütürken medyaya toplum mürebbiyesi rolü biçilmişti. Kapitalizmde yeni bir sayfanın açıldığı 2. Dünya savaşı sonrası dönemde ise kitle gazeteciliğinin ilk nüveleri görülmeye başlanmıştı. Olumlu bir gelişme olarak ise 212 sayılı kanun ile basın camiasına önemli güvenceler verilmişti. Yine bu dönemde, mafyatik aile şirketlerinin medyada güçlenmeye başlamasıyla devletin basını ideolojik bir araç olarak kullanması eşzamanlı görülmektedir. 1974 yılında Kocatepe gemisini bombalayan Türk devletinin bu olayın haber yapılmaması için medyaya telkinlerde bulunması veya 6-7 Eylül olaylarında gazetelerin yaptığı yönlendirilmiş-kışkırtıcı haberlerin ne gibi vahim sonuçlar doğurduğu gibi acı örnekler tarihi hafızada kayıtlı durmaktadır. Bu dönem besleme basın, naylon gazete gibi terimlerin de kullanılmaya başladığı dönemdir. Basın ilan kurumu, kâğıda sübvansiyon gibi araçları kullanan devlet, kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceği bir medya oluşmasını desteklerken medya patronları da bu süreçten faydalanmış ve gazete sahipliğini siyasi süreçlerden nemalanmak için kullanmıştır. 1980’li yıllarda ise apolitik yayınların artmaya başladığı görülmüş, takip eden süreçte patronun çıkarına uygun düşmeyen yazı dizilerini çalıştıkları gazetelerde yayınlatamayan gazetecilerin çalışmalarını kitaplaştırmalarıyla araştırmacı gazetecilik kitapları furyası yaşanmıştır. İlginç olan diğer bir husus ise 1980’lerde %50’ye varan sendikalı gazeteci oranının günümüzde neredeyse sıfır olmasıdır. Devletin medyayı telkin yoluyla denetim altında tutmaya çalıştığı dönemlerden, siyasetçilerin medya patronlarını ve genel yayın yönetmenlerini gizli toplantıya çağırıp baskıların yapıldığı bir dönemde basın özgürlüğü ve editoryal bağımsızlık gibi kavramların ortadan kalkmaya başladığına şahit olmaktayız. Bunun sebeplerini tahlil etmek için bazı örnek olaylara bakmalıyız.

Batılı ülkelerden farklı olarak Türk kültürünün sözlü geleneğe yatkın olmasından ötürü yazılı basın hiçbir zaman yüksek satış rakamlarına ulaşamamıştır. Bunda ülkemiz gazetecilik kültüründe yorum ağırlıklı, bilgi ve belgelerden çok sözlü aktarma yoluyla elde edilmiş görüşlere ağırlık veren Akdenizli gazetecilik özelliklerini taşıyan haber geleneğimizin payı da yadsınamaz. Ayrıca medyada sahiplik yapısının değişmesi yani başka sektörlerde iş tutan, Türkiye’nin ilk 50 zengini içinde yer alan şirketlerin medya üzerinde aşırı kontrol sahibi olması, bunların patronlarının siyasetçilerle ilişkilerinde sahip oldukları medya kuruluşlarını adeta bir kartvizit gibi kullanmaları gibi etkenler de Türk medyasının içinde bulunduğu durumu iyi açıklamaktadır. Bazı patronların gazetelerini nasıl kendi maddi çıkarları için kullandıklarının iyi bir örneği emrindeki gazeteciye kırmızı et sektörünü kötüleyen haberler yaptıran patronun yapılan haberlerin etkisini göstermesini müteakiben beyaz et sektörüne yapmasıdır. Ana akım denebilecek medya kuruluşlarının popüler habercilik yapmak uğruna haber değeri olmayan şeyleri aktarması veya halk için önemli olayları haberleştirmemesi, yapılan haberlerde haber kaynağı konusunda kısırlık yaşanması da sorunun bir başka boyutunu teşkil etmektedir. Tüm bunların dışında, Türk halkının algıda seçici olması ve devlete zarar vereceğini düşündüğü haberleri okumayı inkâr ederek bir tür otosansür uygulaması da medyamızın karşı karşıya olduğu önemli bir sorunsaldır. Son olarak, hükümete yakın olan bir patronun devlet kredisi ile devletin el koymuş olduğu bir medya grubunu satın alması da siyasetçi-patron ilişkisinin medyayı nasıl bir konumda bıraktığının çarpıcı bir örneğidir.

3-SONUÇ YERİNE
Medya sosyal ve siyasal yaşamımızı etkileyen bir toplumsal örgütlenme tipi olmasının yanı sıra eskiden olduğunun aksine kâr yaratma potansiyeli çok yüksek olan bir sektör olduğundan tüm dünyada devletler tarafından kontrol altında tutulması ve hatta gerektiğinde kullanılması kaçınılmaz bir fenomen olarak addedilmiştir. Bunda haber denen olgunun, “maddi olayların gerçek etki çevresini genişletip onu ilgili ilgisiz herkese ulaştırmakta, olayı yaymakta[1]” olmasının etkisi de kaçınılmazdır. Medya bir yandan gücünü ve etki alanını genişletmek için çabalarken devletin de bu çabayı kullanarak kendi ideolojisini topluma yaymak istemesi bu iki toplumsal kurumun çıkarlarının kesişmesi sonucunu doğurmaktadır. Teknolojinin ilerlemesi ile internet kullanımının haberin yapımı ve yayımını kolaylaştırması sonucu klasik medya teorilerinde bahsedilen ve yukarıda örneklerle ifade edilmeye çalışılan devlet-medya ilişkilerinde yeni bir döneme girilebilmesi ihtimali her zamankinden fazladır. Toplumun bilinçlenmesi için önemli bir platform olan dijital platformda aktif bir yurttaş gazeteciliği stilinin benimsenip yaygınlaşması durumunda günümüz medyasında görülmekte olan tekelleşme, tektipleşme ve ticarileşmenin önüne geçilmesi ihtimali yakın gözükmektedir. Sonuç olarak “Arkhimedes (Arşimed) günümüzde yaşasaydı dünyayı yerinden oynatmak için ne dayanak noktası ne kaldıraç, sadece medya isterdi.”[2]




[1] Kazancı, M., Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 57-1,s.79.

[2] Kazancı, M., Althusser, İdeoloji ve İletişimin Dayanılmaz Ağırlığı, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 57-1,s.80.